3 Ağustos 2008 Pazar

Ayşegülnazcan İstanbul'da, bölüm 3: Daha az uyumalıyım.

İki gündür hayatımı kurtaran insan...

Eveet, 7pf2p konseri ilginçti, ama konser yorumlamayı sevmeyen bir insan olarak elbette içinde bulunduğum konseri de yorumlamaktan pek hoşlanmayacağım. Sadece, evet, gerek konserde, gerekse konser sonrası yorumlarda çok ciddi bir ego patlaması yaşadım, inkar edemem. Ne yaptım, nasıl yaptım bilmiyorum, daha önce olmadı çünkü bu kadar. Comfortably Numb, inanılmazdı, Barış bir solo attı, ben ağlamak üzereyim, baktım seyirciler de aynı, hatta ağlayanlar var. Biz neymişiz moduna girdim, egom tavan yaptı (Evet, Barış'ın attığı soloyla hava atacak kadar grupla bir tutuyorum kendimi) hala da inemedim havalardan, zira hala yorumlar geliyor.

Ve konserle ilgili öncelikle Erdal'a çektiği tüm fotoğraflar için, Alper'le Arda'ya o kadar işlerinin arasında beni izledikleri için, Uluç, Dünyacan ve Yargı'ya konser sonrası ilgi ve bira için ve tüm gruba ellerinden gelenin en iyisini yaptıkları için teşekkür ederim.

Neyse bu ego patlamasını rafa kaldırdığımızda hayatımızda neler dönüyor bir bakalım. Sinirli bir insan oldum son iki günde, hatta bu sinirimin nedenlerinden ötürü kendime edecek güzel küfürler arıyorum (fikir varsa beklerim), ama güzel vakit geçiriyor olduğumu da inkar edemem. Zaten ekstrem olay sahibi bir hayatım yok, ama dün sabahtan başlarsak: Teşekkürler Selin!

Sabah kapıda kaldım, uyuyor herkes. Anahtar yok tabii bende kaçak kaldığım için, üstümü değiştirmem lazım, duş almam lazım, her şeyim içeride. Kapıyı çaldım, ama ses yok. Bir daha çaldım. Bir kez daha ve Selin o güzel uykusundan uyanıp beni içeri aldı. O anda sanırım, parlıyordu ve yerden yaklaşık 6-7 cm yukarıda gezdiğini de söyleyebilirim, insanüstüydü.

O değil de, yurt arkadaşlarımdan hiç bahsetmediğimi fark ettim, tabii bu bireysel bir fark ediş olmadı, ama hak verdim ve hemen bahsediyorum: benim oda arkadaşlarım var! Hem de çok tatlı insanlar, gerçekten. Poz verin lan dedim, hemen veriyorlar hiç naz yapmıyorlar:) Şaka bir yana, gerçekten ayıp etmişim bahsetmeyerek, ve gerçekten çok seviyorum onları. Belirtmek istedim.




Kendimi fotoğraflara verdim, sonra uyudum bir 15 dakika, Ece Hanım sınavdan geldi, hadi dedik Taskim'e gidelim, kitap alalım, hatta çekinmeyelim, yemek de yiyelim... İşbu fotoğraf Tünel'deki La cantina mıdır öyle bir yerde çekildi. Doyurduk çılgınca karnımızı, sonra kendimizi ikinci el dükkanlarına ve kitapçılara attık. Özellikle kitapçılarda ve sahaflarda ilk anda yaşadığımız "Lan bunu da alalım.. Bunu da alalım... Bu ne? Bu çok güzel... Bu da bu da..." krizi bir süre sonra yerini "ya evde okumam gereken çok kitap var...üü..." gibi mantıklı düşüncelere bıraktı. İki buçukar saat uyuyup kendini Taksim'e atan sefiller olarak tabii bir yerden sonra zeka seviyemiz düşmeye, bünye de uyuklamaya başladı; işte o an imdadımıza Görkem Bey yetişti...

Görkem Bey'le bir süre feminist kitapevi önüne kadirist sopa evi açma planlarından bahsettik, akabinde Jarden adlı yere konuşlandık. Ece Hanım-Görkem Bey ve ben bir süre "kabulet" sıfatını ve temsil ettiği insanları tartıştıktan sonra, madem kahvelerimiz de bitti, madem uykumuz var, lan uykumuz var ühü, diyerek Jarden'den çıktık. Görkem adlı yalnız kovboy (ha?) evine doğru yürürken biz de el salladık arkasından yaşlı gözlerle (evet).



Kendimizi yine oradan oraya vurduktan sonra sonunda Milano kremcisine oturduk, soğuklu sıcaklı bir şeyler içtik, olayları yorumladık. Az çok kendimize gelmiş gibiydik, Zafer ve Cansu'nun gelmesi ve yemek yememizle beraber daha da enerjik, daha da dinamik, manyak insanlar olduk.
Ancak Küçük Beyoğlu'na gitmemizle beraber Ece Hanım ve ben yine çökmeye başladık, neyse ki masaya yapışmak üzereyken Zafer Beylerin kardeşi geldi de kalktık onu almaya gittik. Gittik diyemiyorum gerçi sadece onlar gitti, ben de sonrasında Popcore izlemek adına Uluç Bey'e yamandım. Yoksa hiç hazzetmem kendisinden:)


Ve Ekşi Limon, ve popcore. Gerçi öncesiinde Kabak Tadı adlı yine çok eğlenceli bir grup vardı, ama benim geliş amacım belliydi. Tek başına gelmiş olmam başta biraz sorun yaratmış olsa da -sıkıntı babında, özellikle konser başlamadan önce- sonrasında Yargı'nın da gelmesiyle eğlenceli dakikalar başladı. Popcore, gerçekten güzel çaldı, Elçin gerçekten çook güzel söyledi, ben de pek bir oynadım, özellikle ilk iki yarıda. Arada Elçin Hanım'ın davetiyle sahneye çıktığım oldu, karşılıklı söyleyip oynadık. Üçüncü yarıda artık ben bir şekilde var olan enerjimin %90ını kaybetmiştim, ve kalan %10unu dorma girerken karşılaşabileceğim zorluklarla ilgili saklıyordum. Ek olarak, bir şekilde benimle dans eden tek insan olan Nedim Caner Üstün'e ve ben yalnız otururken "manyak mısın" efektiyle beni yanına çağırarak hayatımı kurtaran Sami'ye teşekkürlerimi sunuyorum. Elçin'e ek olarak sunuyorum söz konusu teşekkürleri, cici insan.

Evet, gecenin ilerleyen saatleri abuk sabut detaylara sahne olmuştu, olmamış değildi. Ama bu detaylara değinmiyor onun yerine şu fotoyu koyuyor ve altına da Görkem adlı arkadaşımızın fotoyla ilgili söylediklerini yazıyorum:
"Böyle, sanki 30 yaşını geçmiş.... Dul... Yolda görsen selam vermemek için görmemiş gibi yapacağın... Korkunç...."

Hiç yorum yok: