3 Temmuz 2009 Cuma

Tommy can you hear me?

1-Dikkat; ağır spoiler içerir.
2-Dikkat; çok uzun ve sıkıcı, hele ki filmi izlemediyseniz hiçbir şey ifade etmeyecektir sanırım.
3-Dikkat; bunu kendi düşüncelerimi netleştireyim, sonra da belki bi işe yarar diye yazdım ama neden yayınlıyorum hiçbir fikrim yok.
4-Dikkat; değinilmeyen çok nokta var ve muhtemelen yaptığım tüm yorumlar yanlış.
5-Dikkat; The Who candır.

Hiçbir konuda ahkam kesmeye kendimi yeterli görmüyorsam (ki gayet ukalaca kesiyorum yine, o ayrı bir konu), sinema en ahkam kesemeyeceğim konu olabilir sanırım. Hadi derseniz “kadraj madraj”, he, derim, ondan biraz anlıyorum, renkleri yorumlayabilirim, görselliğe bakabilirim, ama kalkıp filmin kurgusunu, içindeki etkileyici diyalogları, ıncığını cıncığını analizlemişliğim yoktur. Evet, sinemada felsefe adlı dünya tatlısı Yıldız Silier dersini de aldım, ama oradaki mini-analizlerim bile hep yetersiz gelmiştir bana.

Ama, işbu sessizliğimi bir filmle bozacağım. Evet evet, asla sonuna kadar okunmayacak yazılar derneğine hoşgeldiniz. Bugünkü konumuz The Who’nun aynı adlı albümünden yola çıkılarak çekilmiş (ve sahneye koyulmuş) olan Tommy. Bu filmde sembollere doymakla kalmayacak, bu sembollerin altını kazacak (yalan), Tommy’nin hayatından adeta kendimize dersler çıkaracağız. Hatta bunu yaparken diğer yorumları hiç mi hiç okumayacak, el yordamıyla yolumuzu bulmaya çalışacağız. Evet, sevgili okuyucu, muhtemelen sonuna kadar okumayacaksın ama ben kendimi rahatlatacağım, yarın öbür gün sorarlarsa “evet, ben de film analizledim” diyebileceğim.

Efenim, doğanın kucağındaki sevişmeler ve sonrasında eşin savaşta ölmesi, bu savaş sahnelerini ve savaşı sembolize eden her yeri hızlı hızlı geçiyorum (yönetmenden özür dileyerek) ama şuna takılıyorum: neden kafeste yatıyorsun be kadın? Hissiyatını mı simgeliyor o kafes? İşte bu detaya takıldığınız zaman, "hmm, o zaman her şeye psiko-sembolik (az önce uydurdum bu kelimeyi) bakayım da gönüller şenlensin" diyor, ve filmi o gözle izliyorsunuz. Dolayısıyla, ana-oğul gayet saf ve temiz niyetlerle tatil köyüne gittiklerinde, muhtemelen sadece jimnastik yapan kadınlar öne eğilip kalktıkça (sanki ortada tek başına duran çocuğun geleceğini gösterircesine) Tommy’e tapıyormuş gibi gözüküyor size.

Ya da Bernie (üvey baba) gerçek babasını (kazara?) öldürdüğünde “Acaba bu gerçek bir ölüm müydü, yoksa tamamen sembolik miydi, annesiyle Bernie’yi sevişirken görünce ve bu da kendi rüyasıyla birleşince çocukcağız travma geçirdi de yıllarca ona anlatılan baba imgesinin öldüğünü mü gördü?” gibi entellikten ölen cümleler kurmak istiyorsunuz. Sorulardan tamamen uzaklaştığınızda, elbet Tommy’nin babası gerçekten de aslen kurtularak sadece yüzünde bir yara iziyle gelmiş ve karısıyla sevişen adamı görünce “Höheyyt” demiş, Bernie amca da panikle onu öldürmüş olabilir, yine de bu bana çok mantıklı gelmiyor. Gerçi öyle olmasa neden “bunları görmedin, duymadın, kimseye söylemeyeceksin” desinler, ama öbür taraftan kadın çocuğunun babasına karşı nasıl o kadar zalim olabilir? Ki dediğim gibi, çocuğa yıllarca babası anlatılmış, başucunda babasının resmi var, kafasındaki babanın yerine bildiğiniz yeşil ceketli, savaşa hiç katılmamış, noel babanın elflerine benzeyen bir adam geliyor, ve Bernie onu çok eğlendirse bile “savaşa katılmış mı?” sorusu bu çelişkiyi daha net gösteriyor.


Tommy... Tommy noooldu?? Şşşt oğlum... Tommy... Tommy nooolddu... (48 saat sürer bu)

Sonuç olarak, elimizdeki çocuk travma geçirdiyse neler yapmalıyız konulu bir kitap yahut çalışma o zamanlar namevcut olduğu için, ailemiz ne yapacağını pek kestirebilmiş değil ve duruma birkaç aşamada çözüm bulmaya çalışıyor. Bu aşamalarda aslında (ne kadar doğru bir yorum olur, tartışılır tabii ama) ailenin ve insan yapısının savaş sonrası yıllarda değişimini de, özellikle anneyi gözlemleyerek görebiliyoruz. Çocuğunu doğurduğunda resmen bir “çok acı çektim ve erdim” insanı olan Nora hatun, evlendikten sonra Tommy’i önce din ile hayata döndürmeye çalışıyor. En az bir 10-15 yıl geçtikten sonra Nora yine bir dinden, daha doğrusu “dinleştirilmiş” bir Marilyn Monroe’dan medet umuyor. Burada aslında kadın imajı konusunda “Meryem Ana” fikrinin “Marilyn Monroe”ya dönüşümünü de görüyoruz, insanların cevaplarını tutku ve arzuda arayışlarını da. Ki bu ‘kişiye sunulan tarafından uyutulma’ (medya olsun, kültür olsun) yahut ‘kişiye sunulanı kullanarak kaçma halleri’ zaten filmin geri kalanında da bol bol görülüyor.

İkinci aşamada haz duygusu kullanılmaya çalışılıyor, ki zaten birinci aşamada Marilyn Monroe dini buna hafiften bir geçiş gibiydi. Tina Turner ablamızın bas bas bağırdığı bu aşamada başta söz konusu kullanılacak olan cinsel haz iken, sonradan bu ‘büyücülük’ adı altında uyuşturucu madde kullanımından alınacak hazza dönüşüyor. Tina ablamız zaten kendi de kullanıyor söz konusu maddeyi, Tommy’nin de kullanmasını sağlıyor, Tommy bu ilaçların etkisi altında farklı hissiyatlarda geziniyor, ki Çingen Sultan’ın da şarkısında söylediği gibi, bu hissiyatlar başta iyiyken hoşken, sonlara doğru çocukcağızın “ruhunu parçalara ayırıyor”.

"Evet, ben Tina Turner. Ve dudaklarımı nasıl böyle titretebildiğimi ben de bilmiyorum. Çok acaip."

İşbu başarısız aşamadan sonra (aile bunu bilinçli olarak yapmasa da) acı aşamasına geçiliyor, yani bir tepki alabilmek yahut çocuğun bu halinden yararlanabilmek amacıyla zavallı çocuğa türlü işkenceler uygulanıyor iki akrabası tarafından. Bu arada Nora git gide alkolik olmaya ve daha fazla televizyon seyretmeye, kıyafetine makyajına çok daha fazla önem vermeye başlıyor. Bu acılarla dolu zamanlar Tommy kardeşimize kaçış ve kendini buluş yolunu açıyor, henüz özgür olmasa da özgürlüğe giden yolda bir adım atıyor.

Bu üç aşamadan bahsedip kapatabiliriz konuyu, ama kapatmayacağız, işgüzarız çünkü. Evet evet, öyleyiz. Efendim Tommy abimiz tiltte şampiyonluktan şampiyonluğa koşar ve ailesini zengin eder iken, git gide daha da alkolik olan annenin oğlunun haline içten içe ne kadar üzüldüğünü ve durumdan kaçmak için nasıl televizyona, reklamlara ve alkole sığındığını da görüyoruz. Bir sinir boşalması olarak da adlandırılabilecek son durum da (şampanyayı televizyona attıktan sonra yaşadığı o süper banyodan bahsediyorum) aslında –bence- kendini bütün o ürünlere, reklamlara, televizyona teslim edişini gösteriyor hatun kişinin. Oğlunun resmi artık yok, o ise izlediği tüm ürünlerle kaplanmış durumda; mis. Zaten bir sonraki sahnede, Bernie “hanım hanım, bizim oğlana doktor buldum” derken de çikolata yiyor Nora, ama reklamdaki çikolata mı, ondan emin olamadım bak şimdi.

Doktora gidince artık problemlerin duyularda değil algılarda ve cevap verme mekanizmalarında olduğu net anlaşılıyor. Nora’nın tüm hallerini, ağır adam ihtiyacını (düşünün yıllardır bir zibidi elfle beraber) falan geçiyorum, ama elbet aslında Tommy’nin duyduğunu ama cevap veremediğini öğrenince bu sefer Tommy’e olan öfkesi ortaya çıkıyor-bu da Tommy’i özgür bırakıyor, Tommy dağ bayır bakmadan “oh, hazır gördüm, duyuyorum falan, madem öyle koşayım, coşayım” diyor.

Ulan psikolojik danışmanlık okuyorum, psikolojiden de bir sürü arkadaşım var, bi tanesi şu adam kadar karizmatik değil yahu. İntiharı düşünüyorum...

Peki neden kadının öfkesi Tommy’i serbest bırakıyor? Şöyle ki, başından beri “hear mee, seee meeee, touch meeee, heaaal meee” diye mızırdayan Tommy’e aslında kimse “Beni duyuyo musun Tommy?”den başka bir şey demiyor. Evet, algıları sürekli çeşitli şekillerde test ediliyor, ancak kimse ona kendisiyle ilgili bir soru sormuyor, annesi kolundan tutup oraya buraya sürüklüyor ama onunla konuşmuyor, anlatmasını istemiyor. Nora ancak gerçekten öfkelendiği zaman “Benimle neden konuşmuyorsun?” diye sorabiliyor Tommy’e, ancak o zaman sözkonusu tepkisizliğin ‘bir şeylerden kaynaklanmış’ olabileceğini fark edebiliyor bana kalırsa.

Ve Tommy kampları. Filmin başında çocuk kafasıyla tatilin sonsuza kadar süreceği bir kampı olacağını söyleyen Tommy, filmin sonlarına doğru aslında bu hayalini gerçekleştiriyor. Gerçekten de sabbbahlara kadar yenilip içilen, hep bir muhabbet hep bir neşe dolu olan bu kamplar, insanların ve dolayısıyla maliyetin artmasıyla daha ticari hale geliyor. Ve evet, Tommy pek iyi niyetli ve herkesin gerçekten özgür olabilmek için onun geçtiği yollardan geçmesi gerektiğini düşünüyor sanırım-ki bu da aslen normal. Ama şöyle bir durum var; kimse aynı travmaları aynı şekilde yaşamış olamayacağı için, Tommy’nin kendince işe yarayacağını düşündüğü yöntemlerin içe yaraması (duyularını kapatıp tilt oynamak gibi) kitleye biraz ters düşüyor. Tommy, “özgürlüğüne ulaşmış” bir insan olarak (ki ne kadar ulaştığı da tartışılır, zira yine kendi istediğini yapsa da başka birçok değişken durumunu etkiliyor, üstelik populer bir figür, ticari bir figür ve o farkında olmasa bile onun elinde olmayan birçok faktör var) iyi bir örnek oluşturuyor kitlesi için, ve bu örneklik hali bir yere kadar hoş bir şekilde de gidiyor, ancak elbette (entel cümle ve sosyal tespit geliyor dikkat) kitle çabuk sonuç ve net cevaplar istiyor, zaten tüketecek yeni şeyler arayan topluluk Tommy’i de hemen tüketiveriyor.

Tommy aslında tamamen tükendikten sonra tamamen özgür oluyor. Bu da böyle bir anımdır.

Hiç yorum yok: