30 Haziran 2009 Salı

Yazarımız yıllık izninin...

Çeşme'deyim, hayatım uyumak, yemek yemek, yüzmek, çizim yapmak, uyumak, çizim yapmak, yemek yemek rutininde ilerliyor. Gece uyuyamıyorum, sabah kalkamıyorum, ama tatildeyim, bu bir sorun değil yani. Abuk sabuk şarkı sözleri yazıyorum, o kadar abes ki, 4 dizeyi geçemiyorlar, olsun, onları öyle de seviyoruz. Dün ortaokul arkadaşım Ekin Hanım'la beraberdim ve buraya onun bir fotoğrafını koymak istedim, ama harddisk yanımda değil ki. Hatta sırf kıskanın diye Çeşme sahilinin falan da fotoğrafını koymak istedim, ama çekmediğim için koyamadım, belki sonra eklerim posta. Ayı postu.

Öyle bir tembellik ki o kadar olur. Dünyanın en rahat insanıyım sanırım. Bir de bugün bir Hair plağı aldım, film müziği değil, direkt Broadway versiyonu. İçinde Diane Keaton da var len, alırken fark etmemiştim, sonra dumur oldum.

Ayrıca haftaya İstanbul'dayım. O zamana kadar yazabilir miyim bilemiyorum, zira iki ev yanımızdaki Menevişlerin internetinden, çok zorlama bir şekilde (düşünün, sadece benim odamda çekiyor ve o da yatağın belli bir yerine koyarsam) yararlanıyorum.

Spark'a not: Rapide atmaya çalışıyorum fotoğrafları bana 883 dakika falan diyor aeühaühaehüaehaeühe....

25 Haziran 2009 Perşembe

Lunaparka dahil olmak


Yani, her yaz mutat olarak gerçekleştirdiğimiz fotoğraf çekimlerinin bu yaz da gerçekleşmesi kaçınılmazdı. Renk Hanım ile pazartesi günkü çekimlerin bir kısmını zaten yayınladım, dün de Deniz Beyler sevgili zevceleri Selcen Hanım'ı da alıp geldiler. Biliyorsunuz ki ufak bahçemiz bir stüdyo kaşarlığında artık ve tahmin edeceğiniz üzere orjinal, kullanılmamış bir köşe bulmak oldukça zor.

Yine de en azından stüdyoya yeni model geldi diye sevinebiliriz, zira:

1- "Selcen'in saçları kırmızı ve bu çok güzel"

Deniz'in neden "hep Selcen'i çekiyoruz?" diye isyan ettiği bir anda (ki sanırım sonrasında benim daha çok fotoğrafım var, neden bilmiyorum) bunu dediydim cevap olarak. Kırmızı kırmızı parlıyor yahu saçları, ne güzel.

2- En sevdiğim çiftler sıralamasına 3 numaradan giren Selcen ve Deniz, uzun süre yerini koruyacak gibi gözüküyor (Birinci sırada anne baba var elbet, sonra da Deniz ile Uygar. İki çiftte de bir ayrılık söz konusu olmadığı sürece sanırım değişiklik olmaz.).

3- Üç günde on beş bin beş yüz seksen iki adet fotoğrafım oldu iyili kötülü. Bunun dışında Selcen'de deli deli bir sürü fotoğraf var.

4- Ben benimkini Arda'ya verdim, ama uzaktan kumanda eğlenceli bir şey, hagaden. Buna dair fotoğraf koymak isterdim, ama hepsi Selcen'de. Hatta benimkilerin iki katı kadarf fotoğraf var onda.
Mutlu olun len zibidiler.


23 Haziran 2009 Salı

Lemur - Live at Taşoda vol.2

Bir haftanın sonunda, gecikmeli de olsa yine karşınızdayız, paylaşmak, sevgiyi, mutluluğu paylaşarak büyütmek için... Müziğin gücünü, ruhunu hep beraber hissetmek için... Haydi, sen de gel katıl... Falan falan...


Ne diyordum? Bu saçma sapan girişlere bağımlı oldum, hayırlısı. Yargı One Love peşinde koştuğu için hala bize fotoğraflarımızı göndermedi, Arda Beyler de meşgul, dolayısıyla hala Lemur fotoğrafı adına gelen giden yok. Ama Renk var, dün geldi kendisi. Tanıyanlar bilir, her yaz Renk'le bir fotoğraf çılgınlığı yaşanır bizim bahçede, bahçe zaten artık bir stüdyo kaşarlığına ulaştı, dün daha önce çekmediğimiz bir şeyler bulalım diye baya uğraştık. Sonuç olarak tatlı ya da baya şaşırtıcı şeyler de çıktı, sonsuza kadar tarihin tozlu sayfalarına gömülmesi gerekenler de. Lemır fotoğrafı da olmadığına göre sevgili yazımızı bugün de dünün fotoğraflarıyla süsleyecek ve bu neşeli halleri sizinle paylaşmaktan gurur ve mutluluk duyacağım. Yoo, duymayacağım aslında. Neyse.





İlk şarkımız Çizgi, Sis ile beraber Deniz'in iki eski bestesinden biri. Üzerine yapılacak çok bir açıklama yok aslında, hemen sözleri yazayım o zaman:

Bir çizgide bulmuşum kendimi
Geç kalmışım koşmaya
Herkes neden uzakta?

Dikenleri koparayım derken kanattım hep ellerimi
Bu yüzden hiç koklayamadım gülleri
Unutayım derken kuruttum hayalleri

Herkes birer birer geçerken önümden
Ben bakakalmışım meğersem
Ben başlarken sonmuşum


İkinci şarkımız ise Saklambaç. Kendisi, yine sözü müziği Deniz Hanım'a ait, oldukça depresif, böyle dinlerken kuytulara saklanılası bir şarkı. Aslında mesela, Deniz'in eski bestelerindeki hafif isyan hali yok bu şarkıda, ama sonraki neşeli haller de yok. Arada bir beste yani, ama güzel.
Ayrıca bu da ilk üzerinde çalıştıklarımızdandır efenim, sözleri de şöyledir:

Hayat akıp giderken
Yavaş yavaş kayıp düşerken
Bilmezdim bilmezdim bilmezdim
Gözlerim görmezdi
Bilmezdim, gözlerim görmezdi

Hayat kayıp düşerken
Yavaş yavaş kanarken
Bilmezdim bilmezdim bilmezdim
Ellerim hissetmezdi
Bilmezdim, ellerim hissetmezdi

Saklanırım beni alma
Saklanırım beni alma
Saklanırım boşluklara, beni alma
Saklanırım beni alma boşluklara
Saklanırım beni alma





21 Haziran 2009 Pazar

"Gezerse içmez"

Nasıl başlayacağımı bilemedim, ve bunda muhtemelen çok yorgun olmamın, kafamın çalışmamasının da etkisi var. Ama durumu şöyle özetleyeyim; İzmir Yarış Pisti'nde (yeni adıyla Autodrom İzmir) kimi konserler vuku buldu Otokolik Fest adı altında, ben de "madem ayağıma konser geldi, bir yolunu bulup gideyim çekeyim" dedim. Organizasyon ekibinin iyi niyeti sayesinde organizasyon fotoğrafçısı olmuş bulundum, her yere girip çıkma özgürlüğü kazandım (kullandım mı tartışılır) ve pek bir havalara girdim.

Lakin söz konusu havalar, bugün Tarkan'ın 180 fotoğrafını çektikten sonra, yarısının netlikten oldukça uzak, geri kalan yarısının da oldukça vasat olduğunu görmemle yok oldu. Birkaç iyi fotoğraf moralimi düzeltirken Tarkan'ın fotoğrafçısını "melebö bu fotoları nasıl ulaştırıcam" diye kitlediğim aklıma geliyor ve kendime küfrediyorum. Yahu bir havaya girme, bir ukala olma be Nilipek diyorum kendime. Allah aşkına adam ol diyorum.

Herneyse, kimi fotoğraflarla devam etmekteyim yazıma.

İlk gün:


İlk grup Gripin. Ben "Organizasyon fotoğrafçısı" kimliğime güvenip sağda solda fink atıyorum. Güvenlikçiler tanıyor, özel iznim var, o kadar özel iznim var ki dünyayı bile kurtarabilirim. Kurtarmayı bırak, bu özel izin bizzat dünyayı ele geçirmem için verilmiş gibi. Göğsümü kabarta kabarta basın alanına ilerliyorum, ama içeri girerken durduruluyorum, Gripin'in kesin talimatı varmış, basın ya da organizasyon fark etmezmiş, kesinlikle fotoğraf çekilmeyecekmiş.


Sinirlendim. Fotoğraf çekmeme izin verilmemesi değil, gördüğünüz gibi gayet çektim bir yolunu bulup, daha çok tavır beni rahatsız eden. Yahu, senin güzel fotoğrafını çekeyim ki senin reklamını yapabileyim be adam, çekeyim ki gazeteye çık, "süper bir konser verdiler" olsun. Cümleten Türk rock gruplarının anlamadığı şey; basınla sizin ilişkiniz karşılıklı. Onlar sizden, siz onlardan faydalanacaksınız. Neden illa kıllık?
Tabii organizasyonda bu durumu tetikleyen çok başka dinamikler de olabilir, o ayrı, o nedenle başka bir şey demiyorum. Hatta günahlarını aldıysam da özür diliyorum. Bana sahne önüne gidip fotoğraf çekmem için pembe bileklik ayarlayan organizasyon çalışanına da buradan selam ediyorum.


İkinci grubumuz Duman. Aslında ikinci grubun Hayko Cepkin olması lazım, ama soruyorum, kendisi yok ortada, gelmemiş. Tek kaşımı kaldırarak ortamdan uzaklaşıyorum.


Duman başta bütün kalabalığı eğlendirir ve tüm şarkıları da hep beraber söyletirken, konser çok uzun sürünce gençlik susuyor, kalabalık dağılır gibi oluyor. Işıkların ve dumanın pek efektif kullanılmaması da görselliği bir yerden sonra tüketiyor. Yanlış bir "son şarkılar" serisinden sonra Duman sahneden iniyor.


Ve küfrederek sahneye Hayko Cepkin çıkıyor. Hayko Cepkin için bekleyen baya güzel bir kalabalık var, zaten sinirli olan Hayko da gençliği baya gaza getiriyor. Ha, bunun yanında annem, babam dahil herkes sahneye kitleniyor, bir önceki konserde kullanılmayan ışık ve dumanlar bu konserde manyaklar gibi tüketiliyor.


Tüm bu konser silsilesi, emniyetin "e ama yeter" demesiyle iki buçukta bitiyor. Herkes pistten Hayko Cepkin'in etkisinde çıkıyor.

İkinci gün:

İkinci günün grubu mrubu yok ayol. Bir Tarkan var. Tarkan'ın da süper bir enerjisi, süper bir sesi ve kötü saçları var. Bir de sürekli mimik yapmasın bu adam, biri durdursun yahu.


İşte böyle. Saat üç buçuk olmuş, bense bir haftalık über boşluk sonrası yorgunluğu bel ve omuz ağrısıyla geçiştiriyorum. Uykum vardı, yok şimdi. Hayırlısı...

19 Haziran 2009 Cuma

İykidoğdunlunapark

Spark kardeşimin bloguna bakarken (kendisi en son tam 365 gün önce bloga başladığından bahsediyordu) birden içime bir merak düştü: Lunapark'ı ne zaman açtıydım ben??? İlk yazıyı, blogu açma amacımı, fotoğrafları, hepsini hatırlıyorum misal, ama tarihini hatırlamam için arşive bakmam gerekti, ve gördüm ki, evet, bugün blogumun doğumgünüydü.

Blogumun doğumgünümü über not ortalamamla kutlamak istedim aslında ama ukalalık olmasın diye yapmıyorum bunu:) Onun yerine, kendisinin doğumgününü, bir aksilik çıkmazsa, bu haftasonu çekeceğim Duman ve Tarkan fotoğraflarıyla kutlayacağım, nihehehehe. Kendisi ne Tarkan ne Duman düşkünü ama olsun, bu 70lerden kalan Neşe Karaböcek plağı bulmak gibi bir şey, bana hitap etmiyor ama değerli/önemli.

Her neyse, başka bir şey daha var. Benim blogumun birinci senesinde en sevgili arkadaşlarımdan, Lemur gitaristi Deniz hatun da blog açmış. Stop motiona soyunmuş, üstelik bu cümle çok feci espiriler doğurabilirmiş, ama bunu yapmaya vakit yokmuş. Bakın bloguna onun.

Ben de babamla piste gideyim, yarım saattir beni bekliyor:).

17 Haziran 2009 Çarşamba

Yeni yazı dizisi: Hayatta Muvaffak Olabilmek İçin Bir Genç Kızın Bileceği Şeyler

Uzun zamandır (uzundan kasıt, blogu açtığımdan beri) yazdıklarımla kimseye eğitsel bir şeyler kazandıramadığımı, kimsenin hayatına dokunamadığımı fark ettim geçen gece. Evet, Ayşegülnazcan lunaparktaydı, eğlenceydi, gülmeceydi, ama bu boş uğraşlar nereye kadardı? Yapay mutluluklarla, kahkahalarla daha ne kadar kendimizi kandırabilirdik, hı?

İşte bunun üzerine, aylaar önce aldığım ve gerçekten muhtemelen okuyan her genç kıza ışık olmuş bu kitabı sizinle paylaşmak istiyorum. Gitgide sanallaşan dünyamıza gerçekçi bir soluk, geçmişten günümüze gelen anlamlı bir öğüt bu kitap. Sadece başarının değil, mutluluğun da özeti adetağ.

İlk kural: bu ifadeyi ezberleyin. Kullanacaksınız bol bol.

Kitabın adı, gördüğünüz üzre "Hayatta Muvaffak Olmka İçin Bir Genç Kızın Bileceği Şeyler", yazan ADEMOĞLU. Tefeyyüz Kitaphanesi'nden 1932'de çıkmış. Bugün sizinle bu kitabın sadece ilk bölümünü paylaşacağım (girişi atlayarak), ilerleyen haftalarda elbet gerisi de gelecektir.
Buyrun, aynen kitap:

Bir kızla erkeğin farkı nedir, biliyor musunuz?

Hepinize sorsam:
-Kızım!
Dersiniz... Fakat acaba biliyor musunuz:
-Bir kızla erkeğin farkı nedir?
Eminim; içinizde bunu tamamile bilen pek azdır. Bildiğini zannedenleriniz de yalan yanlış şeyler öğrenmişlerdir ki.. bir şeyi yanlış bilmek hiç bilmemekten fenadır.
Beni dinleyin!..
Bir kızla bir erkeğin farkı gördüğünüz gibi yalnız sakal ve bıyıkla, yahut memelerin fazla büyümesile kalmaz.
Bütün canlı mahlukların neslini devam ettirmesi için bir dişi ve bir de erkeği bulunması lazımdır. İşte kadınlarda kadın dişi vaziyetindedir.
Pek güzel bildiğiniz bir şey değil mi!.. Evet ama ben insanın dişisi ile erkeği arasındaki farkı anlatmak istiyorum.
Kadın olsun erkek olsun, hepimiz insan olmak itibarile tamamile birbirimize benzeriz. Aradaki farklar: bizim dişi veya erkek olduğumuzu ayırtan tenasül aletlerimizdedir.
Eğer insanlarda erkeklik, dişilik olmasaydı kadın ve erkek te tıpkı birbirine benziyen iki mahluk olacaklardı.
Siz, yarın evleneceksiniz... Evlenmek; bir çok bilgisizlerin zannettiği gibi, bir kızın bir erkekle oturup kalkmağa.. beraberce yaşamağa başlaması demek değildir.
Evlenmek: bir dişi ile bir erkeğin yeni insan yavruları yetiştirmek için birleşmesi demektir.
Fakat bunun böyle olduğunu kimse size açıkça söylemez. Evlenip te ilk geceden kocasının çok tabii hareketlerine bir mana veremiyen, yahut onun muamelesini çok kaba bulan bir çok kızlar vardır ki sonradan bütün hayatlarınca bedbaht olurlar.
Bunlara sorarsanız:
-Evlenmek çok iyi, çok rahat, derler. Kocamı da seviyorum... Biricik şikayetim var... O da kocamın benimle münasebette bulunması!
İşte bu zavallı kadınların evlilik hayatından lezzet alamamış bulunmaları, en tatlı bir şey olan evlilikten şikayet edişleri iki sebepten ileri gelir.
Birinci sebep: bu kadın kocasından nasıl bir muamele göreceğini, nelerle karşılaşacağını öğrenmemiş ve ilk akşamdan onda bir nefret.. veya korku kalmıştır.
Böyle; çocuk sahibi olmuş aile kadınları vardır ki hala kocalarını, o vaziyette, çirkin ve kaba bir hayvan zannederler.
İkinci sebepse; bir çok erkeklerin de sizin gibi bazı mühim şeyleri bilmemeleridir.
Halbuki kızlar; inanınız ve biliniz ki:
Evlenmek dünyanın en büyük bahtiyarlığıdır.
Ve siz de mutlaka evlenmelisiniz!...

Erkekle kadının farklarını anlatıyorduk. Bunların sadece tenasül aletlerinin farkından ibaret olduğunu söyledik.
Şimdi bir kaadın tenasül aleti hakkında çok umumi şeyler anlatacağız.
Kadın tenasül aleti dahilidir. Yani vücudun içindedir. Memeleri de tenasül aletinin mütemmimatından addetmek icap eder. Çünkü doğacak çocuğu onlar sayesinde besleyebileceksiniz. Memelerinizin erkek memeleri gibi dümdüz değil de etli ve büyük oluşunun hikmeti ise çocuğa lazım gelen sütü tonlıyabilecek kadar bir yer vücude getirmektir.
Asıl tenasül aletine gelince; (az önce ezberlemenizi istediğim surat ifadesini bu paragrafta kullanabilirsiniz misal) dışarıdan itibaren muhtelif dudaklarla başlar. Kızlarda bekaret perdesile kapanmıştır. Bu perde pek naziktir. Hepiniz için kızlığını ispata yarayacak olan bu perdeyi evlenme zamanına kadar güzelce muhafaza etmek zarureti vardır. Spor yapacağım diye olmıyacak yerlerden atlamak, yahut fazla ata, bisiklete binmek (???) bu perdeyi yırtabilir (ha, tamam). Temizliğine olduğu kadar bu kazalara karşı da tenasül aletinizi koruyunuz (cümle yapısını sorgulamayın).
(...)

Burada ufak bir ara veriyor, ve dia üzüm suyunun ne kadar lezzetli bir şey olduğunu vurguluyorum.

(...)
İşi bu kadar basit görmekle de bitmez. İçinizde çocuk yapmak istemiyecekler ve hatta çocuktan nefret edecekler vardır. Bunlar yanlış düşüncelerdir. Bir kere emin olunuz ki cinsi birleşme yalnız bir yumurta birleştirmeden ibaret değildir. Evlendiğiniz zaman göreceksiniz ki bu iş ayni zamanda dünyanın en kıymetli zevklerinden biridir. Siz çocuk yapmak istemiyen, yahut erkeklerden kaçan cinsiyetini kaybetmiş kızlardan olmayınız.
Ve unutmayınız ki:
-Kadın kadındır... Erkek de erkek!. (hmmm....)
(...)
Kızlar!
Kocanızdan asla çekinmeyiniz... Onlar sizin en yakın ve en candan dostunuz olacaktır. Evleninceye kadar hiçbir erkeğin size yaklaşmasına müsaade etmeyiniz... Tenasül aletlerinize el değmeyiniz... Çünkü kızlık çok nazik ve kıymetli bir şeydir.
Sonra evlendiğiniz zaman kocanızın yüzüne nasıl bakarsınız?

İlk bölümü, olduğu gibi, ama bazı paragrafları atlayarak sizinle paylaştım sevgili dostlarım. Umarım bu aydınlatıcı dakikalar size de bilginin tatlı esintisini taşımıştır.

Ciddi olmak gerekirse:
Buraya kadar aslında, kitabın yazıldığı dönem göz önünde bulundurulduğunda, anormal bir şey yok. Gerçekten de genç kızların cinsellikle ilgili bilgisiz olabileceği, yahut kızlık zarının ölümcül ehemmiyet taşıyabildiği bir dönemden bahsediyoruz (ki şu an bile belli yerlerde aynı ehemmiyete sahip kızlık zarı). Dolayısıyla bu şekilde yazıp dalga geçmek ne kadar doğru bilmiyorum, o dönemin değer yargıları içinde değerlendirilmesi gerekir, ki önyargılar bile o doğrultudadır.
İlerleyen "ünitelerde" daha eğlenceli detaylara rastlayacağız aslen. Ama bütün anlatılanların yanında bir üslup var ki, "Kızlar!" diye her bağırdığında "Efendim!?" diyesim geliyor. Yazarın samimi tavrı ve zaman zaman kontrolden çıkan cümleleri var, yine de iyi niyetine saygı duyuyoruz.

Sonuç:

Naber len??

15 Haziran 2009 Pazartesi

Lemur - Live at Taşoda

Aslında wav dosyası elime geçeli bir hafta oldu, ama anca böldüm mp3lere. İçinizi baymaması açısından her hafta iki şarkı paylaşacağımdır, ehihi. Ve evet, hala o gecenin fotoğrafları yok, o yüzden blogu Lemur'un fotoğraflarıyla süslemek yerine feysbukta zamanında bulduğum şu fotoğrafı koyuyorum:


Gördüğünüz gibi, Lemur'un solisti/gitaristi Deniz alemlerde, adeta coşmalarda, masalara çıkmalarda. Öndeki Deniz'in (evet, beyaz gömlek giyen adamın da ve hatta bizim Deniz'in yanında oturan kızın da adı Deniz, dolayısıyla gerçekten "epik" olarak adlandırabileceğimiz bir fotoğraf) konuyla hiçbir alakası yok. Sadece fotoğrafı onun hesabından bulduk, dolayısıyla kendisine teşekkür ediyoruz.




=İlk şarkı "Halbuki", kendisi yaptığımız ilk beste olur, müziği Deniz'e, sözleri bana aittir felan falan.
Sözlerini de yazıyorum ki olur da konsere gelirseniz söyleyebiliniz:

Belli değil gibi zannedilse bile
Ne kadar belirgin aslında o öfke
Anlamam hala neden
Belki de illüzyonları görememekten

Halbuki bir görünmezlik var
Ben de göremiyorum gölgesi dışında

Hızlı yüzüp kaçar şimdi o
Yakalayamam, bakarım arkasından
Cevaplar uzaktır, ben göremem
Ama giden tüm yollar açılır tarafından

Halbuki bir belirsizlik var
Ben de anlamıyorum ana hatlar dışında

Baktıkların ve gördüklerin, kafanda bütün büyüttüklerin
Sustun ve bakıyorum her şeye, sükunette kararlıyım ben de
Anlamıyor muyum, anlıyorum, tahmin ettiğinden fazla hem de
Keşke senin de anladığını bilsem, özlüyorum sadece

Halbuki bir uzaklık var
Ben de ulaşamıyorum belli anlar dışında


=İkinci şarkımız ise Sis, ya da maillerde dönen ilk adıyla "eskibirbaşkabestesis". Kendisi de pilot da olsa ilk kaydettiğimiz şarkı olmaktadır, sözü de müziği de Deniz Hanım'a aittir. Kişisel bir şey yazmam gerekirse, bu beni en çok yoran şarkı lan.

Sözler de şöyle olsa gerek:

Boşluklarımı deliklerle doldurmaya çalışıyorlar
Yardım edenler bile kendilerinden habersiz ve çaresiz

Nerede olduğunu bilmesem de bir yerlerde eminim
Ama yer belirsiz, her taraf sis

Koşsaydım, hiç durmasaydım, belki yetişebilirdim
Unutsaydım, yok saysaydım, belki silebilirdim
Sizi ve sahteliklerinizi

Uçsuz bucaksız okyanusta yalnız yüzüyorum, bilmiyorlar
Bağırıyorum, çığlık atıyorum, umursamıyorlar

Nerede olduğunu bilmesem de bir yerlerde eminim
Ama yer belirsiz, her taraf sis

Koşsaydım hiç durmasaydım belki yetişebilirdim
Unutsaydım, yok saysaydım, belki silebilirdim
Sizi ve sahteliklerinizi

Her şeyi bırakıp gitmek o kadar kolay ve kesin ki


Bu haftalık Lemur'dan bu kadar. Yaptığımız bütün hatalar, bütün ritm kaçırmalar, yanlış basmalar, detonasyonlar ve saire için özür dileriz, konser kaydı, olur o kadar deyip geçiniz rica edicem:)

12 Haziran 2009 Cuma

Lunaparka dönüş

Naber?
İzmir'deyim şimdi, eve geleli bir saat oldu. Dün sabah Sirkeci-Taksim gezmek suretiyle bütün işlerimi hallettim, otobüs biletimi aldım. Son banyoları da yaptırdım, zira İzmir'de muhtemelen çekip çekip saklayacağım filmleri, yine İstanbul'da banyo ettireceğim.

Sonuç olarak, Cmena böyle bir şey:

Ergin bu pozuyla ne anlatmak istedi bilmiyorum...



Çekat da böyle bir şeymiş, özellikle doğumgünü hallerinde, onu da görmüş olduk:

Hey, annemle babamın da artık petekte çekilmiş resmi var. Klişelerden klişelere koşuyoruz ailecek:)



Birazdan Çeşme'ye doğru yola çıkacağız, ben, grafik tabletim ve kitaplarımla çimlere sabitleneceğim anın hayalini kuruyorum. Bir de soğuk bi şeyler, limonata olur, bira olur...

11 Haziran 2009 Perşembe

MG309

Az önce (daha 5 dakika olmadı) son oda arkadaşım Selin'i de uğurladım. Çiğdem bu sene bizimle değildi, Sena da dün gitti. İşin ilginci, ne hissettiğimi bilmiyorum. Çok yakın olmadım, genel olarak insanlarla çok yakın değilim zaten, ne Selin'le ne de Sena'yla çok vakit de geçirmedim bu sene.
Bunun yanında, Sena vedayı erteledi, Selin vedayı erteledi, sonunda veda etmeden dağılmış olduk. Tuhaf bir his; sanki seneye de aynı odada aynı şekilde devam edecekmişiz gibi, ne bileyim, "hiç ayrılmayacakmışız" gibi. Yani, herkes kendi yoluna gitse bile akşam herkes yan yana uyuyacak gibi bir his.
Yalan ama. Vedayı erteleyerek bünyeyi kandırdık, ama biraz düşününce bir şeyler oturuyor insanın içine. Ben mi derinleştiriyorum mevzuyu, ya da daha derin de ben mi inemiyorum, onu da bilmiyorum bak.
Canım arkadaşlarım, 3 yıl boyunca sizinle aynı odayı paylaştığım için çok çok şanslıyım. Ve sizi çok seviyorum, şu ana kadar bunu söylemediysem ya da belli edemediysem, ne bileyim, surat astıysam (suratsız bir insanım bazen), müziği çok açtıysam, ortadan kaybolduysam, aramadıysam, sormadıysam, vs vs vs, çok özür dilerim.


Sizi çok seviyorum.

9 Haziran 2009 Salı

Bugün

1- Bugün Ozan Güven'i gördüm, bankamatik sırasında arkamdaydı. Önce emin olamadım, zira televizyondakindan baya daha zayıf, filinta gibi adam, sonra sesinden tanıdım. Buradan genç kızlara sesleniyorum; biliniz ki adam sevimli, harbi sevimli.

2-Bugün 0.3 uç kutusu gördüm studyde, bir garip oldum, özendim mi, meeh mi dedim anlamadım. Ama bunun gazıyla mı bilmem, çarşı kantindeki kırtasıyeden 0.2 Artline alacaktım (zira 0.3'ü hocaya ödünç vermiş, sonra unutmuş, sonra da istemeye çekinmiştim). Tabii ki kırtasiyeciye seslenmeye üşendim, bu macera da böylece son buldu.

3- Bugün fark ettim ki ağır günah alan bir insanım. İsteyen istediği kadar küfredebilir, alınmam. Gerçi günahlarını aldığım insanlar bana teşekkür etsinler len, ne güzel, günahları azaldı, daha güzel bir şey olabilir mi...

4- Bugün tüm ödevlerimin ve sınavlarımın bittiğini söylemiş miydim?

8 Haziran 2009 Pazartesi

Bir dönemin daha sonuna gelirken...

Seneye dormda mıyım, başka alemlerde mi geziyorum, ya da neredeyim, kesinlikle belli değil, ama en azından iki senedir barındığım odamdaki son beş günümü yaşadığımı biliyorum. Hatta daha da güzel bir şekilde bildiğim bir şey varsa, o da üç senedir beraber yaşadığım iki oda arkadaşımın da eve çıkacak olduğudur; her ihtimalde sıfatlandıramadığım durumlar söz konusu yani. Şimdilik işin hüzün boyutunu topyekün reddediyoruz, iki gün sonra Sena'nın odadan ayrılışıyla yüzleşeceğiz sanırım. Sena gittikten sonra da mutfaktaki tabakların paylaşılması söz konusu ki, nasıl bir duygusallık basacak tahmin edemiyorum.

Sonuç olarak bu belirsizlik hali nedeniyle 3 yılın sonunda artık başlı başına bir ev haline gelmiş olan sevgili on metrekarelik odamı hemen hemen tamamen boşalttık. O bagajda 4 büyük koli, 3 nispeten küçük koli, bir büyük çanta, 3 dolu sırt çantası, 3-4 küçük kutu, bir resim dosyası, iki bas gitar ve bir tripod var. Bunlara ek olarak bir de odada unuttuğumuz büyük koli var, giderken yollayacağım eve.
Fatih'e not: Evet, o senin yazıcı kuzum.

Aile geldi tabii İstanbul'a, kıyamam, bana yardım etmek ve eşyaları alıp götürebilmek için. Ama eşyalar kesinlikle keyif mezemenkliğimize engel olmadı, olamazdı. Ayrıca buradan tuhaf bir trilog paylaşmak istiyorum, buyrun.

Zeynep-Erol-İpek Hülagü ailecek oturmaktadır, İpek bir konuda ailesiyle dalga geçer...

Erol: Hah, buldun yaşlı amcaları dalga geç tabii...
İpek: ...
Zeynep: ...
İpek: Anne ben olsam hakaret kabul ederdim yalnız...
Erol: Ne var ki, gerçi evet annen daha 50 olmadı, yaşlı sayılmaz...
İpek: ...
Zeynep: ...

Bazen çok gülüyoruz biz.

Yarın son ödevimi teslim ediyor ve son sınavıma giriyorum. Akşam Yora konserinin bitişiyle benim de tatilim başlamış oluyor.

Mutluyum:)

3 Haziran 2009 Çarşamba

Doğmuş bulunduk.


Gerçi doğmuş bulunalı 4 gün oldu, ama olsun.

Birkaç haftadır süregelen makrosisteme ve mikrosistemle ilişkilerine öfke (evet, kendime bir makinalı tüfek sipariş ettim, hala gelmedi) ve gereksiz gerginlik hallerinin tamamen geçtiğini söyleyemem. Buna ek olarak, bugün nispeten iyi olmamın nedeninin de karşımdakinin benden daha gergin olması olduğunu kabul etmek zorundayım. Bu bir "ooh o gergin ben değilim" psikolojisi değil de, sarhoşun yanında ayılıvermek gibi bir şey, ya da belki sadece yanyana durunca daha normal gözüküyorum. Bir de, zaten mikrosistemle sorunum yok, onun dışıyla kavga halindeyim, neyse ki kavga ettiklerimin bundan haberi yok.

Eveet, ultra kişisel, ultra ergen girişimden sonra şunu söylemek istiyorum; sanırım 7pf2p bana en güzel doğumgünü hediyesini verdi İzmir'de konser ayarlayarak. Yani, işte bu birkaç haftadır süregelen durum içinde ilk defa bu kadar keyifli uyandım, ve evet, iki günün tüm yoruculuğuna rağmen değdi diyebilirim, hatta hatta derim, çekinmem.

O değil Ayhan'a rastladım İzmir'de, tesadüf. Atilla Beyler de konsere geldiler, pek mutlu olduk.

O değil GRAFİK TABLETİM VAR ARTIK BENİM. Kullanmaya alıştığım anda çizime boğucam sizi, hihihih.

Bundan öncesi var bir de, Yıldız Teknik Üniversitesi'nde Yora konseri. Hatırlarsanız, bir önceki yazıda geliniz, geldiriniz demiştim. Hakkaten güzeldi, yani bütün Peyoteleri, Dogzstarları boşverip buna gelebilirmişsiniz, o derece güzeldi. Ama konumuz Yora'yı övmek değil, yo dostum yo, değil. Bambaşka bir olay var sözkonusu konserle ilgili.

Yora elemanları, Deniz, Nil ve YTÜ'den Fatih bir arada konuşmaktadırlar:

Fatih: Ya şimdi şöyle, sizden önceki grubun solisti hastaneye kaldırılmış, o yüzden arada bir boşluk var...
Deniz-Nil-Uygar: O zaman Lemur çıksın hehehehohohohohhihih
Fatih: Tamam, çıksın.
Deniz-Nil: ??!!??

Evet, Lemur Yıldız Teknik'te sürpriz bir konser verdi, üstelik kaydı bile var. Evet, ilk gruptuk, evet, 10-15 kişi izledi, ama olsun. Süper bir ses sistemiyle, gayet laylayloyloy bir konser verdik. Ergin'i aradığımda bana "Şaka mı yapıyosunuz siz yaa?!!" diye kızdı, ama ben kızmadım kendisine, hoşgörüyle karşıladım. Zira şaka gibiydi. Deeens oootomatik eleeektronik saybırsonik...

Pazartesi yine konseri vardı Yora'nın, bu sefer Mimar Sinan'da, ve tabii ki yine gitmiş makinamla sabitlenmiştim. Deniz de oradaydı, yine Yora'dan önceki grup iptal olmuştu, sanırım yine zorlasak yine sahneye çıkardık, ama sonunda Ergin'den dayak yerdik. Zaten zorlamadık, zaten ses sistemi bir fenaydı, ortam bir garipti. HERKES SANATÇIYDI YAHU, HERKES BOHEMDİ. Öleceklerdi bohemlikten. Abartıyorum, bohem bir kitle vardı, ki zaten o bohem kitleyi de Yora sonrası çıkan garip DJ ile kopan garip kalabalığa tercih ederdim. Hani, evet, akademiye saygım vardı, hala da var, ama insanlarına da şüpheyle bakmıyor değilim.
Bu fotoğrafın bir de türevi var ki, ikisini de çok seviyorum.

Sonuç olarak kanımdaki "bohemienne"lik miktarının normali aştığını fark edince kendimi tamamen zıt bir ortamda; teyzemlerin evinde buldum. Anneanne hatun İstanbul'a gelmişti, o zaman niye ben de onun yanına gitmeyeyimdi ki? Aile eşrafıyla (anneanne+Aytaç Teyze+Oylum) muhabbet eyledikten ve Oylum tarafından kıyafete boğulduktan sonra görev bilinciyle odaya döndüm zira HTR sınavı var idi. Gece 2lere kadar studyde debelenildi, bu sabah sınava girildi, ve şu ana gelmiş olduk. Bir kısım uyku sonrası çok acaip ödev işlerine gireceğimden kelli kısa (kısa??) kesiyorum. Ya da yazmaktan sıkıldım. Ya da omzum ağrıyor-bak bu doğru.
Lemur'un Taşoda kayıtlarını aldı bugün Ergin, paylaşsa da yayınlasam buralarda.

Bir de dün gece, odama döndüm, iki buçuk gibi yağmur bastırdı. Havaya bakıp gülümsedim falan. Birkaç dakika boyunca dünyanın en mutlu insanı oldum, sonra teşekkür edip, yattım, uyudum.



*Bu yarı bunalım, yarı bokatar blog için hepinizden özür dilerim.