25 Kasım 2010 Perşembe

Anadolu el sanatları ve alnımızın akı, elimizin kiri...

Evet bir Yöremin Türküsü, Türkümün Çınarı programında daha birlikteyiz. Önceki programda da belirtmiş olduğum üzere, bu hafta sevgili Anadolu topraklarının, güleryüzlü ve misafirperver ellerinde alın teri ile yoğrulmuş nefis el san'atlarına değineceğiz.

Tabii gönül isterdi ki işin içinde bir "keşif" olsun, "Vay anasını, burada bunu mu yapıyorlarmış, hey gidi..." diyelim, ama gördüklerimiz gezdiğimiz rotada bize gösterilenlerden ibaret. Hani bir nebze keşif duygusu veren tek şey, herkes alışverişteyken atölyedeki adamları rahatsız etmek, onların fotoğraflarını çekmek ve onlara ne yaptıklarını anlattırmak. Yani aslında biraz sinir bozucu bir konumdayız, göreceğiniz üzere...

1-Telkari:

Beypazarı'nda sabahtan bizi gümüş dükkanına götürdüler, Beypazarı'nın telkarisi meşhurmuş, zamanında Mardinli ustalardan öğrenmişler hatta işi.

Bu da süslü gümüşçü kedisi...

Şimdi telkari dediğimiz, isminden de anlaşılacağı üzere, gümüş tellerle yapılan takılara, süslemelere verilen ad. Şekil verildikten sonra, üzerine içinde gümüş ve başka bir takım maddeler olan bir toz dökülüyor, sonra da alevle eritiliyor (şekil 1.a, 1.b, 1.c).


Sonra -hatırladığım kadarıyla temizlenmeleri ve parlamaları için- yapılan takılar suya atılıyor, hareket eden bilyeler sayesinde pürüssüzleşiyor. Sonra alınıyor, bir hata var mı diye kontrol ediliyor ve döndükçe dönen pambık bir halka ile cilalanıyor.


2-Lületaşı:

Eskişehir'de bütün lületaşı satıcılarını Atlıhan'a toplamışlar, bir tur otobüsü olan bizi de elbette bu turistik alana saldılar. Her yerde lületaşı dükkanları var, bir sürü pipo, bir sürü ağızlık ve bilimum biblo.

Aynı şeyleri satan onbeşbin dükkan olunca insanın giresi gelmiyor tabii. Birkaç kişiye atölye var mı diye sordum, burada sadece dükkan var dediler, ama biraz dolanınca üst katta minyatür bir atölye buldum! Yeholey!

Efenim, lületaşı ile oynama, kendisini mıncıklama, hafiften şekillendirme fırsatı bulmuş bir insanım, ilk aşamada patates benzeri bir kıvama sahip-ki şekillendirme bu esnada yapılıyor. Bu şekillendirme esnasında içindeki su yavaştan yavaştan buharlaşıyor, buharlaştıkça lületaşı kuruyor, kurudukça suya sokulup tekrar nemlenmesi sağlanıyor.

Bu şekillendirme bittikten sonra sevgili lüle taşımız kuruyor, o zaman da detaylar, aynı çizgi romanlarda olduğu gibi "tarama"lar, "desenleme"ler havada uçuşuyor. Her şey bittikten sonra da balmumuna batırılıyor.

Zamanla sararan lületaşının, özellikle ağızlık ve pipolarda kullanılmasının nedeni ise nikotinin %75ini emmesiymiş sayın seyirciler. Ara ara güzel ağızlıklara bakıp bakıp "sigara mı içseydim ne yapsaydım" demedim değil.


Gördüğünüz gibi yine kültür, yine yöremiz, yine Anadolu'muz, canımız. Merak etmeyiniz, Beypazarı-Eskişehir gezisinin bloga etkileri burada sona eriyor, ama sanmayın ki iki kilometre öteye gittiğim anda yine çok gezmişim gibi yazı yazmayacağım, elbette sizi yine yeni yeniden örfümüze ananemize boğacağım. Yo dostum yo, çekinmeyeceğim.

Hiç yorum yok: