6 Mayıs 2012 Pazar

Bevrijdingspop

Gün geçmiyor ki Hollanda'da başka bir milli bayram yaşanmasın, Hollanda milleti başka bir şey kutlamasın. Gerçi ben burada 5 Mayıs'tan, yani bir nevi Hollanda'nın düşman işgalindan kurtuluşundan bahsediyorum; 4 Mayıs ise Nazi işgalinde ölen Yahudi vatandaşları anma günü, dolayısıyla pek kutlamalık bir durum yok.

Lakin, 5 Mayıs Kurtuluş Günü'ne dönersek; bu sanırım bizim 30 Ağustos Zafer Bayramımız ile eşleştirilebilir. Düşünün ki Zafer Bayramı için Şehre trenle 15-20 dakika uzaklıkta bir kasabada ücretsiz dev bir organizasyon düzenleniyor, bu organizasyonda hem Hollanda'nın az çok bilinen sanatçıları sahne alıyor, hem de yurtdışından bir takım sanatçılar ithal ediliyor. "Bu zaten bizim milli bayramlarda da olur, her meydana sahne kurulur" diyenlere ise şunu belirtmek isterim; düzenlenen şey bir festival, baya bildiğiniz Rock'n Coke gibi, Masstival gibi, One Love gibi. İçki ve yemek satışından içeride kurulan pazara, alışveriş sisteminden (zira para geçmiyor, "munt" kullanıyorsunuz) tuvaletlere, haritasından sahne yanındaki yüksek çözünürlüklü dev ekranlarına (paralı konserlerde bile zor gördüğümüz bir lüks) kadar.

Biraz "Ücretsiz müzik, hem fotoğraf çekerim" mantığıyla, biraz da "Hmm, bakalım burada işler nasıl yürüyormuş bir inceleyelim" diyerek, ama en çok "Evde oturup ne yabıcam ki?" sorusuyla cebelleşmelerim sonucu Haarlem'e doğru yola çıktım.

Haarlem güzel bir kasaba, hatta hiç beklemediğim kadar güzel bir kasaba. Yazlık yerlerin kışlık halleri gibi bir yer, nasıl anlatabilirim bilemiyorum. İnanılmaz sevimli dükkanlar var, festivale istasyondan yürüyerek gidildiği için koca bir güruh olarak çoğunu görme şansı bulduk. Ve ben festivale yürürken kasaba belediyesinin "Ya her dükkan 50€ atsa hem festival düzenleriz, hem de kasaba ekonomik olarak kalkınır, düşünsenize, festivale gelen herkes bir şey alsa" diye karar aldığını düşündüm, zira milli bayramdı ama bütün dükkanlar açıktı.

Ben Bruis'te karşılaşmış olduğum sakinliği göreceğimi zannederken karşıma bir İzmir Enternasyonel Fuarı kalabalığı çıktı. Neyse ki festival alanı oldukça büyüktü, ve ben yalnızken çok bilinçli bir festival seyircisiydim. Gruplara şöyle bir önceden bakmıştım, programda sıralarına da baktım, Case Mayfield'ı izlemek için alternatif sahneye doğru ilerledim, ve sonraki gruplarda da efektif bir şekilde kullanmak üzere kendime en önde bir yer edindim. Sinir bozucuydum, ama mutluydum.


Case Mayfield'ın performansı, şarkılarının düzenlemeleri oldukça iyiydi, ama benim favorim hemen ardından çıkan Bombay Show Pigs'di. Üstelik konser sonunda vinyllerini satarak benim kalbimi fethetmişlerdi, lakin festival sonuna kadar taşımamın imkanı yoktu, boynum bükük, gözlerim yaşlıydı.




Bombay Show Pigs'den sonra Lefties Soul Connection adlı siyahi vokalli bir (çok şaşıracaksınız ama) soul-funk grubu sahne aldı. Basçının sevimliliğiyle ilgili ben bir şey söylemiyorum, ama grubun solistinden geliyor: "Hey girls, I know you find her cute, I've seen how ya lookin' at him".

 

Lefties Soul Connection'un sahneden inmesiyle birlikte ben de ana sahneye doğru yol almak istedim, lakin ancak arkama dönmekle kaldım, zira benim az önce "İzmir Enternasyonel Fuarı kalabalığı" olarak nitelendirdiğim insan-metrekare oranı aslında festivalin boş haliydi. Benim ise -yine- sırtımda çantamla kalabalığı yarmam ve ana sahneye ilerlemem gerekiyordu, lakin giriş kapısından -neden inanın bilmiyorum- alternatif sahneye akan insan seli yüzünden hareket edemiyordum. Bir şekilde, içimden küfrederek, yol vermeyen insanları itmemeye çalışarak, yavaş adımlarla seli geçtim, yürüdüm, ana sahneye ulaştım. İsteğim Echo and the Bunnymen'i çekmekti, lakin bu kalabalıkta en öne ulaşmam zor görünüyordu. "Ne yapalım" diyerek konseri ana sahnedeki grubu izlemeye başladım; hesaplayın diye söylüyorum, o uzaklıkta çekebileceğim en düzgün fotoğraflar şu şekildeydi:


Bu dünya tatlısı gruptan sonra üç rapçi kardeşimiz sahne aldı, herkesin bir ağızdan söylemesinden edindiğim sonuç bu insanların buranın Serdar Ortaç'ı, ya da Sean Paul'ü gibi bir şey olduğuydu. Kötü değildi, belki biraz anlamsız geliyordu-gerçi bu sözleri anlamadığım için de olabilir. Lakin insanlar zıplamaya doyamıyor, adeta ufak çaplı bir pogo festivali yaşıyorken ben sabit durmaya çalışıyor, en iyi ihtimalle üzerime düşen hoplayan adamları geri itiyor, bu işkencenin ne zaman biteceğini düşünüyordum.

Derken aniden fark ettim ki bütün kalabalık zıplıyordu. Bu kalabalık Ben Howard'ı ya da Echo and the Bunnymen'i izlemeye gelmemişti, bizzat bu ekipte zıplamak için gelmişti. Önlere ulaşmak için hala umudum vardı dostlarım, hala umudum vardı. Nitekim, ekip sahneden inince kalabalık aniden dağıldı, ve ben kendimi sahnenin önündeki üçüncü sırada buldum.

Peki fark etti mi? Hayır. Zira Hollandalılar uzundu. Gerçekten uzundu. Ve ben etraftaki dişil yoğunluğu Ben Howard'a bağlamıştım, halbuki Ben Howard iptal olmuştu, ve yerine Will and the People adlı grup çıkacaktı. Eklediğim videodan da göreceksiniz ki söz konusu grup ölümüne zibidiydi, ve bilirsiniz ki biz kızlar zibidileri severdik.


 
 

O zaman, dedim kendime, e bu kızlar Echo and the Bunnymen'e kalmaz. Nitekim öyle oldu, Echo and the Bunnymen'de önümdeki kızlar teker teker gitti, ve ben önüme benden kısa birini alıp rahat rahat konseri izledim, rahat rahat da fotoğraf çektim. Bu arada, seksenler sounduna olan önyargımın haddi hesabı yok, ama konser çok güzeldi. Bunu biste şarkı içinde coverladıkları Take a Walk on the Wild Side ile ve yanımdaki teyzeyle beraber "düp düdüp düdüp düp düdüp" yapmamla alakalı olduğunu sanmıyorum, daha çok bana seksenlerden gelen bir müziği sevdirebildikleri için olabilir.

 

Bütün bunların dışında ise çok sevdiğim üç an var, ahanda şu şekil:
Çok bir açıklama yapmam gerekiyor mu bilmiyorum. Genel anlamda çocukların küçük yaştan itibaren zarar görmeyecekleri şekilde her keyifli ortama sokulmaları gerektiğini düşünüyorum. Hele ki bir müzik festivalinden bahsediyoruz. Bu çocuk hem kalabalıktan korkmayacak, hem de müzikten keyif alacak, üstelik, göreceğiniz üzere, kulakları da zarar görmüyor. Annesi onu izlerken o herkesin yanına gitti, konuşamasa da elindeki sopayla dürttü, gülücükler dağıttı. Ortalık kıpırdanmayacak kadar kalabalık olduğunda ise ya eve dönmüşlerdi, ya da muhtemelen annesinin ya da babaasının sırtındaydı.

 
Benzer bir durum, ama yaş farklı. Aradaki ufak sahnede çıkan grubu izlerken, aniden tekerlekli sandalyelerle üç yaşlı kadın geldi ellerinde balonlarla. Yaşlıdan kastım, gerçekten yaşlı, ve en sağdaki kadının elleriyle müziğe eşlik ettiğini görebiliyorsunuz. O andan en çok keyif alanlar onlar olabilir, abartmıyorum. Bir de belki onları izleyen ben.


Biraz ironik olacak, ama bunlar da ergenlerimiz. Gördüğünüz üzere biraz sıkılmışlar Case Mayfield'dan. Ama neden bilmem ergenlere dair şu sıkılma halini sevmeye başladım. Yetişkinlerde (ve kendimde) gördüğümde dalga geçme fırsatını verdiğinden olabilir.

Hiç yorum yok: